Bilinç Kavramına Farklı Bir Bakış
Bilinç ve beyindeki yaratıcılıktan bahsedelim. Eğer golf topu büyüklüğünde bir bilince sahipseniz, bir kitabı okuduğunuzda, golf topu büyüklüğünde bir anlayışa sahip olursunuz. Dışarı baktığınızda, golf topu büyüklüğünde farkındalık ve sabah uyandığınızda, bir golf topu büyüklüğünde uyanıklık. Fakat, eğer o bilinci genişletebilseydiniz, bu durumda okuduğunuz kitabı daha fazla anlardınız, daha fazla farkındalıkla dışarı bakardınız, ve uyandığınızda daha fazla uyanıklık içinde olurdunuz. Bu, bilinçtir.
Ve hepimizin içinde saf, titreşim halinde bir bilinç okyanusu var. Bu okyanus zihnin kaynağında ve temelinde, düşüncenin kaynağında ve de tüm maddenin kaynağındadır.
Gerçekte madde yoktur. Tüm madde, kaynağını, bir atomun parçacığının titreşimine neden olan ve bu güneş sistemini bir arada tutan bir kuvvetten alır. Bu gücün arkasında veya özünde, bilinçli ve akıllı bir zihnin varlığını varsaymalıyız. Bu zihin, tüm maddenin matrisidir.
Madde, işe başlamak için güzel bir noktadır. Dünyamızın katılığı tartışılmaz gibi görünür. Tuttuğumuz, kavradığımız her şey ve bedenimiz bize maddenin katı olduğunu hatırlatır. Fakat Einstein'dan başlayarak modern fizik, bize tüm bu madde dünyanın aslında bir illüzyon olduğunu gösterdi.
Tüm fiziksel madde, etrafımızdaki her şey, bir frekansın sonucudur. Ve bu, şu manaya da gelmektedir, eğer frekansı artırırsanız, maddenin yapısı da değişecektir.
Kendi kendine var olma nedir? Sistem aslında bir hologram şeklindedir. Onun içindeki her şey, hologramın bir dışa vurumudur. Bu, hologramın muhteşem özelliklerinden bir tanesidir ki; holografik bir resmin her bir kısmı, bütünün daha ufak bir versiyonudur.
Eskilerin deyişiyle "Herkes okyanusun damlalardan meydana geldiğini anlar ama çok azı damlaların da okyanustan meydana geldiğini anlar."
Realite o kadar bağlıdır ki; küçük bir kısma baktığınızda, diğer parçaları ve onları kapsayan bütünü görürsünüz. Bunun anlamı, aslında gerçekliği bölemezsiniz. Çünkü, bir hologramı böldüğünüzde, bir parça bulmuş olmazsınız, çünkü o, daima diğer tüm parçacıkların bir yansımasıdır. Bir hologramda, bütün model bütündür ve kendisine göre eksiksizdir.
Ve eğer, herhangi bir küçük kısmı, bu bütünden alır ve onu yakından incelerseniz, tüm modelin kendisini tekrar, tekrar ve tekrar ettiğini görürsünüz. Bu modelin herhangi bir yerinde, bu küçük hologramların herhangi birinin küçücük bir görünüşünü değiştirecek olursak, bu değişim tüm sistem boyunca yansıyacaktır.
Kuantum fiziği, ustaların bildiğini gözler önüne serdi. "Madde aslında yok."
Madde, yani materyalist görüş, ona destek veren felsefeden ortaya çıkmıştır. Kimilerine göre Ajita Kesakambali'nin M.Ö 6. yüzyılda öne sürdüğü şamanik görüş [İnsanın öldükten sonra maddeye (toprak, su, hava ve ateş) dönüşmesi, ve bu dünyanın bir parçası olmaya devam ettiğine dair] Antik Yunan filozoflarınca yanlış anlaşıldı ve maddecilik görüşü oluşmaya başladı. Ve o görüşten, bilimin madde görüşü geldi. Fakat işin gerçeği; evrenin aslı bilinçtir.
Evrenin aslının madde olduğu inancı, korku-hırs-aç gözlülük tutumlarına neden olmaktadır. İnsanlar umutsuzca maddesel bir şeyler toplayarak zengin olmaya çalışıyor ve özeniyorlar. Fakat, eğer evrenin aslı bilinç ise, aslında önemli olan davranışlardır.
Eğer korku hali içine girerseniz, korku; çok yavaş, yoğun, titreşimsel bir haldir. Toplumsal ve küresel olarak ayarlanmış bütün görüşler, bizi daha da korkutmak için, stresli olmamız için, gelecek hakkında endişelenmemiz için, geçmiş hakkında suçluluk duymamız için yapılandırılmıştır. Bunu her ayrıntıda görebilirsiniz. Bu sürecin bir parçası olduğumuz anda, şu anı unuturuz. 'Şimdi' kavramı hayatımızdan çıkar. Bu, bizi düşük, yoğun titreşim haline yöneltir.
İnsanların genel olarak düştüğü bir yanılgı var. Zamanı nedense üçe ayırırız. Geçmiş, şimdi ve gelecek olarak. Aslında zaman kavramı sadece ikiye ayrılır: geçmiş ve gelecek. Geçmiş denilen şey, hafızada oluşmuş bilgi içeriğinden başka bir şey değildir. Herhangi bir gerçekliğe sahip değildir. Bize deneyim ve kimlik sunar, biz de bunu seve seve kabulleniriz.
Gelecek denilen şey ise yine zihinde oluşan hayal ürünlerinden başka bir şey değildir. Kişi her daim geçmişte kaçırdığı şansları, oluşan boşlukları, geleceği hayal ederek gidermeye çalışır. Bütüne varmak için oluşmuş eğilimi, hayatındaki istek çerçevesinde oluşmuş boşlukları doldurabilmek için gelecekte onların olmasını hayal etmekten başka bir şansı yoktur. Zihin sürekli yapay bir dünya yaratıp kişiyi memnun etme eğilimindedir.
Fakat şimdi, bir zaman birimi değildir. O, bir realitedir. Yaşamdır. Çünkü hayat, sadece şimdide var olandır. Gerçeklik, sadece şimdiye ait bir özelliktir. Yaşanan yer, şu andır. Gelecek hakkında neye inandığımıza çok dikkat etmeliyiz. Bir inanç sistemine ne kadar bağlanılırsa, o kadar daha fazlası olur. Eğer realite holografikse, biz onun oluşumuna yardım ediyoruz.
Edgar Cayce şöyle demişti: "Her düşüncemiz, o düşünceden inşa edilmiş bir realitedir." Ve her düşüncemiz, o bağlantılı realiteyi inşa etmeye başlar. Her bir düşünce, sürekli ağ ören örümceğin, ağı ören abdomeni gibidir.
Bilmek, anahtardır. Çünkü bu matris, gerçek olarak düşündüğümüz bu illüzyon realite, tamamen 'bilmektir'. Bilmek, fraktalları yaratır. Bilgi arttıkça, matematiksel olarak konuşursak, bir kaç fraktalı oluşturdukça, bu etki alanı artar. Bu, matematikçi Gordon tarafından gösterilmiştir. Fraktallar, tahmin edilemeyen fonksiyonlardır.
Böylece, giderek daha tatmin edilemez olurlar. Fraktallar ve kaos teorisine girmeye başladığınız zaman şunu fark edersiniz; sistem, yüksek bir şekilde istikrarsız hale geldiğinde, daha yüksek karmaşıklığın içerisine, birdenbire kendi kendine organize olan raslantısal değişimler olacaktır. Dolayısıyla kaostan kaos doğacaktır.
Eliphas Levi, şöyle söylüyor:
"Yenilenmiş gençliğini garantiye almak için, sembolik Anka kuşu, dünyanın gözleri önce onun eski yaşamına ait şahitleri ve kanıtları tüketmeden asla gözlere tekrar gözükmemiştir.
Musa, Kadim Mısır'ın bütün gizlerini bilen toplumun sonunu Mısır çöllerinde getirmiş, Efes'te Aziz Paul, temizlenene kadar bütün okült ilimleri içeren kitapları ve kütüphaneleri yakıp yıkmış ve aynı şekilde Fransız devriminde Tapınak Şövalyelerinin arda kalanları, kiliseleri yağmalamış ve kutsal mezheplerin ilimlerine küfretmiştir.
Bütün öğretiler ve yeniden canlandırmalar; büyüyü yasaklamış ve gizlerini mahkum edip onları unutulmuş diyarlara sürgün etmeye çalışmıştır. Bunun sebebi, dünyaya gelmiş bütün dinlerin ve felsefelerin, kendi yaşamlarını garantiye alabilmek için durmaksızın kendi annesini yok etme eğiliminde olmasıdır.
Sembolik yılanın sürekli kendi kuyruğunu yiyerek süre gelmesinin sebebi budur. Varlığın özündeki temel yasa; her bolluğa bir boşluk, her boyuta bir mekan gereklidir. İşte bu, Anka kuşu alegorisinin ölümsüz farkındalığıdır."
Atomaltı boyutta gerçeklik, onu gözleyenin beklentisi yönünde hareket eder. Evrendeki her şey, atomaltı kuvvetlerin dengesidir. Atomların parçacıkları, muazzam bir boş alanda ışık hızıyla dönerler ve parçacıklar maddesel objeler değillerdir. Parçacıklar, enerjinin ve bilginin muazzam bir boşlukta dalgalanmasıdır.
Bilimin şu an gösterdiği şey; alanı değiştirirseniz, içerisindeki atomu, atomları da değiştirirsiniz. Biz de atomlardan meydana geliyoruz, kalbimizdeki duygular ile alanı değiştiriyoruz. Ve her şey birbirine bağlı olduğu için, tam anlamıyla fiziksel gerçekliğimizi de değiştiriyoruz.
Bu içinde yaşadığımız gerçekliği bir kez oluşturduğumuzda, ne olduğumuzun yapısı bilinçtir. Ardından, bu dünyanın yapısına, nasıl işlediğine, onu neden yaptığınız, bunu neden yapıyor olduğunuza baktığınızda, birden dünyanın bu yapısının neden böyle olduğuna dair bir berraklık ortaya çıkar. Çünkü insanlar gözleriyle bakar, ve bunun dünya olduğunu düşünürler. Fakat, o değildir. O, sınırsız enerjinin, sınırsız frekans aralıklarının içerisindeki ufacık, küçücük bir frekans aralığıdır. Aslında holografik bir TV kanalı gibidir.
Görme işlemini şöyle açıklayabiliriz, evde bir televizyonunuz ve bu televizyona gelen görüntü için kullandığı bir anten var, değil mi? Televizyona baktığınızda görüntü olarak yakaladığınız şey, hızlı birleşmiş resim parçalarından ibaret. Fakat gerçekte, hakikatte var olan şey bu görüntü mü? Hayır. Gerçekte var olan şey, anteninizin havada yakaladığı televizyon sinyalleridir.
Televizyonunuz, bu sinyalleri alıp bir görüntüye çevirir ve siz izlediğiniz görüntünün, gerçek olduğunu var saymaya başlarsınız. Fakat var olan şey, sadece anteninizin, diğer milyonlarca, milyarlarca farklı formda ve frekansta elektrik sinyalleri içinden seçip aldığı, boşlukta dolaşan elektrik sinyalleridir. İnsanın baktığı evren de aynı şekildedir, beyin sadece bu sinyalleri yorumlar ve bize görüntü olarak sunar. Fakat görünen şey, aslında gerçek değildir.
Bu yüzden evreni oluşturan temel yapıyı yaratan aslında bilinçtir. Dolayısıyla biz olmadan var olan bir evren yoktur. Çünkü bizim rolümüz, etrafımızdaki evreni gözlemlemektir ki, bu içinde yaşadığımız, algıladığımız evreni yaratmaktır.
Evrenimizin neye benzediğini araştırmamıza rağmen hiç bir zaman evrenin sınırlarını bulamayacağız, hiç bir zaman en küçük parçacığı bulamayacağız. Kuantum dünyada görülen, bizim neyden oluştuğumuzdur. Çünkü, baktığımız her yerde, bilinç, bir şeyin orada olacağı ümidiyle keşif yapmaktadır. Bu keşif; bakma-gözlemleme hareketi, görmek için yapılan baskıyla, bir şeyler yaratma rolüdür. Ve, yaşadığımız her an evreni var ediyoruz.
Kara deliği bulan fizikçi John Archibald Wheeler şöyle diyor: "Bilinçli bir varlık ona bakmadıkça, fiziksel evren diye bir şey yoktur."
FPS (Doom) oyunlarını düşün. Sen kahramanını sağa ve sola çevirmediğin sürece hep önündeki sahneyi görürsün. İşte bu esnada bilgisayar sağa ve sola döndüğünde göreceğin Dünya'yı çizmez çünkü buna gerek yok. Sen ne zaman dönüş komutunu verirsen bilgisayar o yöndeki evreni sana çizer ve sunar. Gerçek hayat dediğimiz simülasyon da aynı bu mantıkla çalışır. Sen gözünü açıp bakmadıkça evren orada yoktur.
Bilinç, evrenin programlama dilidir. Biz, bilincin orkestra şefiyiz, ne yaparsak, biz oyuz. Bilinç, bizden ortaya çıkanla başlar. Biz, oluşturucularız çünkü sadece, diğer herkesin yaptığı gibi, biz realiteyi amaçlayan tekliğiz.
William S. Burroughs'un dediği gibi: "Bu büyülü kainatta tesadüf ve rastlantı diye bir şey yoktur. Ortada olmasını isteyen biri olmadıkça, hiçbir şey olmayacaktır."